Saturday, August 4, 2012

HUYSUZ VE TATLI KADIN by Nazan Saatci on September 14, 2011

HUYSUZ VE TATLI KADIN

by Nazan Saatci on September 14, 2011


Istanbul semalarinda süzülüyor uçagimiz. Kalbim pir pir çarpiyor heyecandan, içim içime sigmiyor. Dile kolay, on bes sene olmus ülkeme gelmeyeli. Iki güncük bile olsa nihayet hasret bitiyor. Adeta bir sürgünmüs bu ayrilik bana. Yüzümdeki gülümsemeyi durduramiyorum. Deli diyecekler ama umrumda mi? Mutluyum.

Nihayet Istanbul’un havasini çekiyorum içime. Öyle güzel ki…Içimdeki sevinç dalga dalga. Hani görmese kimse ya, egilip öpüverecegim topragini.

Nereye gidiyoruz diye soruyor söför. Taksim diyorum ve çikiyoruz yola. Ne cok degismis Istanbul. Hava alanindan itibaren parklar ve rengarenk çiçekler karsiliyor yolculari. Yollari tanimak mümkün degil ama sahilden gitigimizi biliyorum. Eskiden olsa sorardim neden içerden gitmedigimizi, yolun buradan çok uzayacagini ama sormuyorum. Birakiyorum götürsün nerden isterse, ben etrafi seyrediyorum. Zaten cevabi da biliyorum. ‘Abla o tarafta trafik çok yogundur simdi.’

Etap Marmara Oteline variyoruz. Bir zamanlar adi ‘Hotel Intercontinental’ idi. Burasi benim için önemli bir otel. Üniversite yillarimda lobisine gelip bes çayi içmek ayricalikti. Piyano esliginde sohbet edip pasta yemek için harçliklarimizi biriktirir kimbilir kaç gün okula yayan giderdik. Hayal kirikligina ugruyorum. O otelden geriye sadece manzarasi kalmis. Önce kendimi Arabistan da saniyorum. Bu otelde dogu kökenli turist çok. Allah versin olsun da, dekorasyon da çok degismis hani. Kirmizi siyah renklerin hakim oldugu bir gece klübü havasi var. Kirmizi camekanli dolaplar da lobide oldukça enteresan duruyor.

Maalesef odamda telefon hatti bozuk ve içerden çevrilmiyor, kasamda çalismiyor ama önemsemiyorum, otel görevlileri dostça davraniyorlar, bogaz manzarasi harika. Moralimi hiçbir sey bozamayacak, olur mu ya, ben bugün Istanbul’uma kavusmusum.

Geri kalan iki gün içinde en cok özlediklerimden hamsi, kebap ve manti yiyorum. Çok degisik lezzetler sarmis etrafi. Çesit çesit cafeler ve restoranlar. Gastronominin ülkemizde böylesi ilerlemis olmasi beni mutlu ediyor. Mutfagimizin gereken degeri görmedigini hep düsünmüsümdür. Bu kez anladim ki zor ismis Türkiye’de zayif kalabilmek. Burada yasasaydim kaç kilo olurdum acaba?

Sevgili dostum Mehmet Tasdiken’in tasarladigi Beyoglu sokagina canim gibi sevdigim bir kiz arkadasimla gidiyoruz. Günlerden persembe, saat gece dokuz ama Beyoglu’nda igne atsaniz yere düsmüyor. Yükselcigim acele acele resimlerimi çekiyor. Ben saskin bu insan selinin arasinda muzipçe gülümsüyorum. Ah be Istanbul…bu ne kalabalik böyle. Tarihi çiçek pasajinda yemek yiyoruz. Tabi ki bahsettigim hamsiyi burada canli müzik esliginde yiyorum. Kanun ve def çaliyorlar. Beste Muzaffer Ilkar, güfte Fakih Özlen ve unutulmaz bir eser dinliyoruz. ‘Sarkilar seni söyler, dillerde nâme adin Ask gibi, sevdâ gibi, huysuz ve tatli kadin.’

Ve ertesi gün. Huzurlarinizda trafik. Hemen günün her saatinde var olan kargasa. Insanlar ve trafik birbirinin üzerine dogru yürüyor. Ne yayalar arabalara ne de arabalar yayalara yol veriyor. Yürek oynamasi ile ayagim hayali frende trafik içinde yol aliyoruz. Bu çekilmez bir durum ve malesef günde bir isten baskasi yapilamiyor. Acaba nasil bir çözüm düsünülüyor? Metro iyi bir sistem ama deprem riski olan sehirler için tam bir çözüm olamaz. Sadece alt yapinin saglam olan bölgelerine uygulanabilir. Çin’in Beijing ve Hong Kong gibi kalabalik sehirleri için yapilan bir uygulama aklima geliyor. Kura sistemi. Yani araba almak isteyenler kuraya tabi tutuluyor. Böylece trafiye katilmak limitleniyor ve is sansa kaliyor. Tabi metro sorununu çözmüs bir ülke için bu çözüm geçerli olabilir. Cünkü kisi bu sehirlerde yer altindan çikmadan sehri dolasabiliyor ama bizim Istanbul sehri olarak bu sansimiz yok.

Nüfusun 16 milyon artis yaptigi, her gün trafiye 479 aracin eklendigi Istanbul’umuz için ne çareler üretiliyor? Durup bir düsünmek, iyice emin olmak lazim. Acaba AKP nin çilgin Istanbul projesi bu trafik kargasasina bir çözüm olabilecek mi? Bu düsünceler içinde ilerlerken trafik yüzünden alamadigim kitaplarima yaniyorum. Cagaloglu’nun en durulmaz yerlerinde durduk, bütün yapilamazlari yaptik ve zavalli taksici kardes ne çok cambazliklar yapti trafikte beni hava alanina yetistirmek için. Özel birisiydi, bütün strese ragmen sohbet etti ve nesesini kaybetmedi. Oda Istabul’u terketmek isteyenlerden.

Bir dahaki sefere daha daha uzun kalabilmek, bütün dostlari görüp kucaklayabilmek amaciyla ayriliyorum bu miknatis gibi sehirden. Hem güzel hem hirçin bir sehir su Istanbul. Derler ya onla da olmuyor onsuz da. Ayrilirken mirildaniyorum uçakta yine Istanbul için,

Sarkilar seni söyler, dillerde nâme adin

Ask gibi, sevdâ gibi, huysuz ve tatli kadin.

Sevgiler…

Nazan Saatçi

13 Eylül 2011 / USA

No comments:

Post a Comment