SON VEDAMIZ ÖLDÜKTEN SONRA OLMUSTU.
by Nazan Saatci on June 19, 2011
Evet, yanlis duymadiniz, ben babamla öldükten sonra da konustum. O günü ve sonra yasadiklarimi hiç unutamam. Babalar günü adina basimdan geçen bu ilginç olayi kaleme alirken sizlere o özel insandan, yani babamdan biraz bahsetmek istiyorum.
O Samsun’un meshur Selahattin ustasiydi. Babami genç olarak hiç hatirlayamiyorum. Ben dogdugumda yasi 55 civariymis. Zaman zaman beni is yerine götürürdü. O zamanlar 5 yasinda falandim. O cok özel, kendi yaptigi bisikleti ile giderdik, beni önüne bindirirdi. Aslinda ne bisiklet, ne de motosikletti bu alet, ikisinin ortasi birseydi. Babam yolda soru soranlara izah eder; “ Motoru bisikletime ben taktim” derdi. “Onun için hizli gidiyor”. Çok gürültü yapardi ama fiyakamizdan geçilmezdi. Bisikletine ilgi çoktu çünkü. Ona binmek isteyen bir sürü insan vardi, gençler bile yalvarirdi “Amca bir kere bindir bizi ” derlerdi. Birde hatirlarim çarsidan arkadaslari beni sorardi. “Torunun mudur Selahattin Usta?, masallah, Allah bagislasin.” “Yok, bu benim iki numara” derdi babam. Rezan bir numaraydi, onu evlendikten 20 yil sonra kucaklarina almislar. Ilk çocuk, o kadar kiymetliymis ki babam yerleri ispirtolarla silermis.
Tütün fabrikasinin önünden geçtinizmi Mecidiye’ye varirsiniz. Samsun’un o meshur caddesidir Mecidiye. Babamin magazasi Tahir Usta pasaji’nin girisindeydi. Koyu renk demirlerin, hurdalarin, aletlerin hakim oldugu küçük bir dükkan. Tahta merdivenlerden üst kata da çikilirdi ama orasi da ayni sekilde doluydu. Babam çogunlukla Buzdolabi, çamasir makinesi gibi esyalarin tamirine kendi gider ama radio, saat gibi küçük seyler magazaya getirilirdi. O hakiki bir ustaydi, tamir edemedigi hiç bir sey yoktu. Bazen komsu sehirlerden gelip götürürlerdi babami. Ben ve ablam dönüsünü sabirla beklerdik. Onu çok özlerdik. Bankalarin hediye ettigi kumbaralarimiz o günlerde dolardi çünkü, bir sürü seker ve çikolata da cabasi.
Babamla ise gittigim günler benim en çok eglendigim günler olurdu. Bu koyu rengin hakim oldugu demir kokulu dükkan benim mutlulugumdu adeta. Saat ögle vakti oldu mu magazayi kitler, baba kiz çarsi lokantasina giderdik. Çok ciliz bir kiz oldugum için devamli yemek yemem için israr edildigini hatirlarim. Bir tek pirzolayi tabagimda birakmadan yermisim, zavalli ailem ellerinden geldigince evde pirzola bulundurmaya çalisirlarmis, yanina da patates kizartmasi, domates ve yogurt. Fazla yemek sevmeyen istahsiz bir çocuktum. Arkadaslarim hala annemin israrla elinde kasik çevremde fir döndügü günleri hatirlarlar, kocaman bir kiz oldugum zamanlarda bile bu hikaye devam ederdi. Annem hala israr eder yemem için, bu huyundan hiç vazgeçmedi.
Babam tam bir Atatürk asigiydi. Oturma solonumuzda Atatürk’ün duvar büyüklügünde kocaman bir resmi dururdu. Iki Türk bayragi her bayram iki katli evimizin balkonundan asagi sallandirilirdi. Ata’nin kocaman büstü de evin ortasinda dururdu. Büst çok uzun bir süre evin salonunu süsledikten sonra nihayet Istiklal Ilkokulu'nun bahçesine hediye edildi. Ögretmenim birde annem çok mutlu olmustu bu olaya. Çünkü misafir odamiz biraz daha yürünür hale gelmisti büst gittikten sonra.
Babam Istiklal savasina katilmak için müracaat ettiginde yasi çok küçükmüs. Gönüllü katilmak istemis, önce kabul edilmemis ama vazgeçmemis de. Sonunda kabul etmisler.
”Bahriye’ye aldilar beni” diye anlatirdi övüne övune.”Yasim küçük diye mutfaga verdiler önceleri. Baktim ki karavana, askerlerin esyalarinin yikandigi kaplarda pisiyor, hemen düzenleme getirdim.Yaptigim düzenlemelerden öyle mutlu oldular ki çok gecmedi, terfi ettirip telsiz operatörü yaptilar.”
Ve Atatürk’ü gördügü günü de anlatirdi. Onun ne kadar yakisikli ve etkileyici bir adam oldugunu dilinden düsürmezdi. Seneler sonra madalyasini aldiginda çocuklar gibi mutlu oldu. Hiç çikarmadi üzerinden, senelerce gururla tasidi.
Canim babam, çocuklugum ve sonrasi. Ne çok sey var sizlerle paylasmak istedigim o günlerle ilgili, sanirim onlari kitabima ayirip bu küçük kösemde size onunla olan son vedami anlatmaliyim.
Yil 1999. Artik hepbirlikte Amerika’da yasiyoruz. Biz birbirine çok bagli, sevgi dolu bir aileyiz, ne evlilik ne benim film ve müzik çalismalarim bizi birbirimizden ayiramadi. Bir numara kizlari evlenip Amerika’ya yerlesince onlarida pesinden aldirdi, sonrada tek kiz kardesini, beni tabi.
Ve babamin son günleri. 98 yasinda. Bill Clinton’dan yasi yüzünden tebrik mektubu geldi. Bu Amerikan hükümetinden gelen çok hos bir jest, çünkü babamin ikinci ek bir vatandasligi yok. Yani hala sadece Türk vatandasi.
Çoktandir ayagini kirdigi için hastahane teskilati olan bir bakim evindeyiz. Ne zamandir tepki vermiyor ama biz Rezan’la hep yanindayiz. “Son dakikalari” dediler, “isterseniz vedalasin.” Hala kabul edemiyoruz, sona geldigimizi anlamak istemiyoruz. Bizi tanisin, hatirlasin istiyoruz. Sarilip konusmak istiyoruz ama nafile. En son tepki gösterdiginde aylar öncesiydi. Gülümseyip basimi oksamisti, hiç unutamiyorum. Hala babami düsündügümde elini basimda hissederim.
“Gitti artik” dedi hemsire, “isterseniz biraz daha kalip vedalasabilirsiniz.” Kaldik ve kendimizce vedalastik. Iki kardes birbirimize sarilip aglastik. Bir ara odanin disina çiktim. Karsi koridordan bir hasta geliyordu. O da çok yasli bir amca, zaman zaman görürdüm ama hiç konusmamistik. Basindaki sapkasiyla ilk kez görüyordum, bakinca içim bir tuhaf oldu. Babamin siyah fotor sapkasiyla ayniydi. Ablam Ingiltere'de okurken yaninda kaldigi Madam Botti, Londra’ya ziyarete gittiklerinde hediye etmisti babama. Ölen kocasininmis. Babam o sapkayi çok sever, herzaman kullanirdi.
Yasli adam yanima geldi ve; “Aglamayin” dedi. “Babami kaybettik” dedim, ve sarildik birbirimize. Ben agladikça o “aglama” dedi. Sonra anlatmaya basladi. Ölüm için bu kadar üzülmememiz gerektigini söyledi. Birde “benim arsami satin” dedi. “Sakinsikinti çekmeyin.”
Nazik bir sekilde tesekkür ettim, “olur” dedim. Nasil kirarsiniz? hem yasli, hem kafasi karisik. Rezan’da ben de öptük yanaklarindan ve ayrildik. Yasli adami alip yemege götürdüler.
O sirada Filipinli bas hemsire geldi yanimiza. Marina çok uzun süredir görev yapiyordu bu bölümde. Bize bas sagligi diledi. Bizde özür diledik verdigimiz sikintilar için. Çok kez babama yeterli bakilmadigini söyleyip iki kardes yeterince teror estirmistik bu bölümde.
“Siz o hastayla ne yaptiniz o kadar uzun?” diye sordu. Konustuk dedim. “Ne konustunuz?” dedi merakla.
“Hiç dedim, teselli etti bizi, galiba kafasi karisik biraz, bir arsasi varmis onuda ayak üstü hediye etti bize. Çok tatli bir amca. Sarilmasi bize cok iyi geldi.”
“Mümkün degil” dedi. “O konusamaz, ben kaç senedir burada çalisiyorum, hiç konusurken görmedim.” Rezan’la birbirimize baktik “konustu ama” dedim. Inanmadi, tibben mümkün degilmis. O an sinirlendigimi hatirliyorum. Neden inanmamisti? Yalan söyleyecek degildik ya. Bir türlü anlayamamistim. Cok sonra uyandik.
Babamin Samsun’da bir küçük arazisi var, hala da durur. Hayati boyunca üzerine kayitli olan tek esyasi. Babam ihtiyaciniz olunca satin onu derdi bize. Sikilmamamizi istedi saniyorum, giderken de onu satmamizi bize hatirlatmisti. Sarilip bizi öpmüs, üzülmememizi söylemisti. Kisacasi son vedamiz babamla o öldükten sonra olmustu. Üstelik dahasi da var. Ruhu cenazeye kadar da benimle kontak kurmaya devam etti.
Bu hikaye kitaplarinda okutugunuz bir hikaye degil. Her kelimesiyle gerçek.Yazmak paylasmak istedim. Belki Allah inanci olmayanlari yönlendirir diye de düsünüyorum. Söylenildigi gibi ruh öyle kainatin içinde baloncuk gibi kaybolmuyor. Zorda kaldiginda size ulasabiliyor, yeni yolculuguna baslamadan önce vedalasabiliyor bile.
Babalar günü yada degil, ne farkeder. Yasiyorsa babaniz bugün ona daha cok sarilip öpün, darginsaniz barisin. Babama ve sizlerin de bütün kayiplariniza yüce Rabbimizden rahmet diliyorum. Nurlar yagsin hepsine…Sevgiler.
Nazan Saatçi
Haziran / 2011 / U.S.A
No comments:
Post a Comment